12 Eylül 2012 Çarşamba

kağıtlara, internet köşelerine değil de karşımdakinin kalbine dökebilmek isterdim içimi. duygularımı ifade edebilmek isterdim. 'sana değer veriyorum.' ve ardından 'beni çok kırdın aptal kör müsün?' diyebilmek isterdim. 'seni kaybetmek istemiyorum' diye devam edebilmek isterdim. ama ben bir korkağım. ne istediğini söyleyemeyecek kadar korkak. kaybetmekten korka korka herkesi kaybeden bir aptal, tek başına acı çeken, tek dayanağı yazıları bile korkaklığından terk eden bir ahmak.

3 Eylül 2012 Pazartesi

benim tüm ihtiyacım olan birinin hayatındaki en değerli dost olabilmek.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

hangisi?

insanlar neden yalnız kalmaktan korkarlar? yalnızlığın mutsuz etmesinin nedeni yine insanlar değil midir? aslında bizi bırakıp giden insanlara değil mi öfkemiz? asıl korku yalnız kalmak değil de terk edilmek korkusu. yalnız kalmak değil de onsuz olmak bizi üzen.
yalnız olmak bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden mi gerçekten? ya onlayken onsuz olmak? onun yanı başındayken iliklerine kadar hissetmek yokluğunu? gözlerine bakmak ve bulamamak kendini.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

yeniden denemeli mi denememeli mi

aslında bunu yazmamın hiçbir mantığı yok. ama insan her zaman da kontrollü yaşayamaz ki. bu blogu bilen üç kişi var hala unutmamışsan arada bir uğradığını düşünüyorum. genelde üstü kapalı anlatmayı severim ama bu sefer çok açık olacağım ki iyice anla.
evet hata yaptım, yapmamam gerekirdi ama yaptım. daha kaç yaşındayız, hem hata yapmanın yaşı mı olurmuş? bu beni haklı çıkarmaz elbet ama yaptıkların seni haklı durumdan haksız duruma düşürmekten başka bir işe yaramıyor.
hiçbir şeyin dışarıdan gösterilmeye çalışıldığı kadar mükemmel olmadığını anlayacak kadar büyüdüm. o yüzden bana çok mutlu numarası yapmaktan vazgeç. bunun ne önemi var ki? sen dünyanın en mutlu insanı olsan ben buna üzülecek miyim? sandığın kadar egoist değilim bu yüzden beni üzebilecek başka yollar aramalısın. hoş niye arayasın? kendine yeni bir yol çizen sensin ben değil. bu yolda eskileri bırakmayı denesen artık? ben de ne diyorsam sanki seninleyken ben bırakabildim de. her neyse konudan iyice uzaklaşmaya başladım.
çok düşündüm. bi insanı ikinci kez yüzüstü bırakmak mı yoksa onun gözlerinin içine baka baka bir yalanı devam ettirmek mi daha kötüydü? ikincisinin olduğuna karar verdim ve gittim. özür diledim senden, biliyorum bu hiçbir şeyin telafisi değil. ama içimde yok olan şeyleri geri de getiremezdim ki. kendimi haklı çıkarabileceğim bir yer yok yani, en azından yoktu. bana geleceğini bilerek yaptığın konuşmaların, hiç tanımadığım kişilerle dedikodumu yapman sana olan saygımı yok etti en azından bunu söylemek istedim.
hayal kırıklığına uğramak nedir en az senin kadar biliyorum ben de. bunu bile bile başkasına yaşatmak benim için ne kadar zordu tahmin edemezsin. sandığın kadar kötü biri değilim ben, öyle olduğunu sansan da fark etmez zaten.
ne yaşanırsa yaşansın aradaki saygıyı koruyabilmek önemliymiş aslında ben bunu anladım, tükürdüğünü yalamanın insandan çok şey götürdüğünü de, kimseyi koşulsuz iyi olarak kabul etmemek gerektiğini, insanların hayatına kendi keyfine göre girip kendi keyfine göre hayatlarından çıkmaman gerektiğini.
her yeni insan, yeni bir kitap gibi. yarıda bıraktığın bir kitaba tekrar başlamamak gerekiyormuş. onu neden bıraktığını hatırlamalıymış insan.
hoşçakal ve kendini küçük düşürme artık.

29 Mart 2012 Perşembe

bazen her şey yalanmış gibi gelir: dostluklar, sevgiler, tüm yaşanmışlıklar. sahip olduğun her şey, ya da öyle zannettiğin, siliniverir birden; anlamsızlaşır. tüm bunları yitirdiğini düşününce de değersiz hisseder kendini. değerini başkalarıyla değil de kendi kendisiyle oluşturduğunu bilse bile.

25 Mart 2012 Pazar

öylesine

kimsenin okumayacağını bile bile yazmak güzel bir duygu aslında. bir yandan yine mi derken bir yandan da acabaları düşünmek değişik bir duygu. neyi kime anlatmaya çalıştığım muamma, kendimi kendime anlatmakla meşgulüm şu sıralar. insanları anlamak için önce kendimi anlamam gerek çünkü.

insanın kendisini tam anlamıyla anlaması nasıl güçse; başkalarını değil anlamak, anlamaya çalışmak bile o denli güç. hele ki şimdilerde. insanlar sanatı başkalarını küçümsemek adına bir basamak olarak görüyor ve bunu anlamak gerçekten çok güç. kendilerini başkalarına kanıtlamaya çalışırken varlığını yüzyıllara yazdırmış isimleri çiğniyorlar bilinçli ya da bilinçsiz. sonra da böbürleniyorlar kendileriyle, hiçbir çaba sarf etmeksizin oluşturdukları benlikleriyle. o tanıdık ifadeyle karşılaştığım an uzaklaşıyorum o insandan istemsizce. hep aynı ben bilirimci ifade. ama onların aksine bir şeyler uğruna gerçekten çaba sarf eden, okuyan ve düşünen insanların yüzlerindeyse bambaşka ifadeler görüyorum. onu tanımlamaksa çok güç. onlar gerçekçi ve kendilerini bulutlarda değil yer yüzünde gören insanlar. çok daha değerli olmalarına rağmen diğerlerindeki ifadenin en ufak bir izi yok onlarda. onları değerli kılan da bu belki.

aslında böyle bir yazı yazmayı düşünmemiştim, bambaşka şeyler geçiyordu aklımdan. hatta daha önce böyle bir yazı da yazmamıştım hiç. insan işte, ne zaman ne yapacağı hiç belli olmuyor. bunun aslında bir 'umut' yazısı olması gerekiyordu oysa.

24 Şubat 2012 Cuma

ne sen Lotte' sin ne de ben Werther,
ne sen uğruna ölünebilirsin ne de ben uğruna ölebilirim.

kelebek kadar

içimde yine bir yazma isteği var. ama bu sefer ne öfke ne yalnızlık ne de nefret olacak içinde. garip bir kıvılcım bu. aslında tanıdığım bana yabancı olmayan bir his, kelebek kadar ömrü olan. bu his ne zaman düşse içime onu yok etmek için bahaneler arıyorum  nedensizce. sonsuz olmasını istedikçe sonunu getiriyorum. geriye hayal kırıklığı kalacağını bile bile düşüyorum her defasında peşine. küçücük bir duygu büyük çelişkilere sürüklüyor beni. oysa düşünmesem bu kadar, gitmesem üstüne belki geçip gidecek sessizce ya da hiç bitmeyecek, ama hiçbir zaman yıkıcı olmayacak. bu da benim zayıf noktam işte. sonunu bile bile denemekten çekinmiyorum. geriye pişmanlıklar kalsa da sanırım ben yaşanılmayan anların pişmanlığını yaşamamayı tercih ediyorum. hangisinin daha iyi olacağını hiçbir zaman bilemeyeceğim. çünkü 'ya öyle olsaydı' ların cevabını öğrenemeyeceğimiz bir film hayat, geri dönüp yeniden çekme fırsatımızın olamayacağı.

14 Şubat 2012 Salı

aşka ve bana

aşık olmadan geçen her saniye anlamsız. bunu tek bir güne mal etmek de en az o kadar manasız. bazen düşünüyorum da asıl önemli olan ne bu hayatta? aşk mı yoksa başarı mı? her insan için değişir belki bu iki seçenek ama benim için asıl önemli olanlar bunlar. eğer tercih hakkım olsa hangisini seçerdim? gerçi ne önemi var ki bunun ikisi de benden o denli uzak ki.

başarılı insanlara bakıyorum onlar gibi olmaya çalışıyorum, ama başkalarını, ki dünyanın en önemli kişilerinden de olsa, onları taklit ettiğim sürece hiçbir şeyi başaramayacağımı da biliyorum. kendim gibi olmaya çabalamak istiyorum ama o an bir şey dank ediveriyor 'ben kimim?'. aşk, başarı, mutluluk ve daha nicesi bu noktada kesişiyor. kendi olmayı başardığında geliyor tüm bunlar insana. ama ben kimim? ben ne istiyorum ve ben ne olmalıyım?

çok istediğim bir şey varsa şu hayatta o da bir şeyleri başarabildiğimi görmek. ben ne kadar istesem o denli uzaklaşıyor benden bu dilek. her şeye aynı uzaklıktayım, bir şey hariç. onda başarıyı yakalayabileceğimi düşünmek bile çok uzak, çünkü ne zaman bir şeye olan inancım artsa onu hayal kırıklığı takip ediyor.

ben kazanmaya aşığım ve onsuz hayat çok anlamsız. aşk sadece bir bireye ya da varlığa bağlanamayacak kadar yüce bir duygu, emek isteyen ve emeğinin karşılığını veren. başarılı insanlar bu emeği verebilen insanlar. bense olduğum yerden bekliyorum her şeyi. peri masallarına inanarak mı büyüdüm de hep bir sihirli değneğe ihtiyaç duyuyorum ya da gerçekten de bir sihirli değneğe ihtiyacımız olduğu için mi böyle hissediyorum bilmiyorum. tek istediğim artık var olduğumu iliklerime kadar hissetmek. bir gölge gibi yaşamaktan artık çok yoruldum.