11 Şubat 2011 Cuma

geçmiş, gelecek, şimdi

yazdığım satırları tekrar tekrar çevirmek huzur verirken bana boş sayfaları görmek ürkütüyor beni. gelecek büyüdükçe büyüyor gözlerimde, aklımı kurcalıyor her boş zamanımda. kalan sayfaları dolduramamaktan korkuyorum, onların soğuk yapraklarını sıcacık kalemimle doldurma hevesindeyim. başıboş ve yalnız bırakmak istemiyorum onları.
aslında kendi geleceğimden korkuyorum galiba. geleceğimin soğuk sayfa aralarında saklanmasındansa, geçmişimin satır araları huzur veriyor bana. karalanmış, kimi zaman yırtılıp atılmış da olsalar yaşanmamış bir zamandansa, yaşanmışlıkları görmek mutlu ediyor beni.
yazmakla yazmamak arasındaki 'şimdi' yi ise kaçırıyorum çoğu zaman. geçmiş bir daha gelmeyecek, gelecekse saklanıyor benden. elimde olan tek şey 'şu an' oysa ve ben onu hep görmezden geliyorum.
insan hep sahip olamadıklarını ister, kaybettikleriniyse gereğinden fazla düşlerken, yanıbaşındakileri görmezden gelir ya öyle bir tezatlık işte.
'insan' diyip geçmek mi gerek yoksa öğrenme zamanı geldi mi 'şimdi' yi yakalamayı?
ah... bu kadar sabırsız ve kırılgan olmasam çok daha mutlu bir insan olurdum kuşkusuz. annemin eteklerine sarılmış ağlıyorum zırıl zırıl o oyuncağı bana alması için. oysa bu kadar ısrar etmesem alacaktı onu bana, ben ısrar ettikçe uzaklaştırıyor beni ondan.
küçükken bir oyuncak için hiç ağlamamıştım, büyüdükçe daha önce hiç görmediğim bir oyuncakla karşılaştım, 'aşk'. ben onu istedikçe benden uzaklaşıyor, bırakırsam da sarılıveriyor boynuma hiç beklemediğim bir anda. bu sefer de onu kaybetmemek için öylesine çırpınıyorum ki ben çırpındıkça daha da gömülüyor sanki geldiği yere.
uçlarda değil de daha ortalarda yaşayabilseydim çok daha mutlu bir insan olurdum kuşkusuz. zamanı kendi haline bırakmaktansa, kendim döndürmeye çalışmasaydım bu çarkı benden bu denli kaçmazdı belki aşk. kendimi kendi halime bırakabilmeyi başarabilseydim keşke. kendimce daha huzurlu olabilirdim belki.
peki ya sen? gözyaşlarım ikna edebilir mi sen? ben çırpındıkça gelir misin bana? ve ben sevdikçe seni her şeyden, kendimden çok, kanar mısın içimdeki haylaz çocuğa? sadece sevdiğim için sever misin beni?

severek ayrılmak

bir diğer adı terkedilmektir... çok seversin belki her şeyden çok, görmez gözlerin çoğu şeyi duymazsın kırıcı sözlerini, yaptıklarını anlamamazlıktan gelirsin. ama o kendi bencilliğine o kadar gömülmüştür ki kendisi için mutlu olacağını düşündüğü şeyi sana dayatmaya kalkar. 'olmuyo' der yapamıyorum. son gurur kırıntılarınla son bi umut ararsın. ama nafile. kendine iyi bak bile demeden gitmiştir. gitmiştir çünkü yapamamıştır böylesi daha iyi olacak der. oysa sadece onun için geçerlidir bu. cevap bile veremezsin kelimeler tıkanır boğazına sonra da o tipik bunalım dönemine girersin. sanki ayrılmayı sen istemişsin gibi davranırsın hiç gülmediğin kadar gülersin. ne kadar mutlusun der insanlar, en yakınındakilerse acil yardım timi kurarlar adeta, gülüşlerin ardındaki yanardağı farketmeleri çok zor olmamıştır.
onun arkadaşlarıya konuşursun. son bi umut ararsın. bu kadar çabuk bitemez bitmemeliydi dersin, susarlar. ben bu kadar severken o ne zaman uzaklaştı bu kadar benden diye sorarsın cevapsız kalır soruların. hiç mi sevmedin beni diye haykırmak istersin. ama yapamazsın işte içinden bir şey seni durdurur. sevseydi gitmezdi der sana. evet sevseydi gitmezdi.
düşünürsün sonra seni her şeye rağmen sevemeyen biri için neden üzülüyorum bu kadar. cevabı yine yoktur. ayrılığın bir nedeni vardır belki ama sevmenin işte onun bi nedeni yoktur. tüm yaptıklarına rağmen seversin onu. en çok da bu acıtır içini. her şeye rağmen onsuz kalmışsındır, ufacık bir bakışı bile esirgeyen eski sevgiliden...

öyle bir şey işte

Nedir gerçek aşk? İki insanın birbirini tutkuyla sevmesi mi? Sevip de kavuşamaması mıdır aşk yoksa tek taraflı mıdır ne olursa olsun onunla olamayacağını bilmek mi? Peki ya hayatımızın aşkı , kimdir o? Nasıl karar veririz onun ‘O’ olduğuna? Yüzüne mi bakarız aklına mı? Parasına mı konuşmasına mı gözlerine mi yoksa yüreğine mi?
  Aşk mıdır gerçekten iki gün ağlayıp üçüncüsünde başkasını düşleyebilmek. Her yaşadığımız duyguya aşk demek saygısızlık değil midir mecnuna. Çöllere düşer miyiz aşkımızdan Leyla’ ya sırtımızı dönebilir miyiz gerçek aşk uğruna?
Peki ya aşk denen şey  var mı gerçekten?
Diyelim yıllar sonra karşımıza çıktı aşk. Tüm aşk tariflerine uyuyor hissettiklerimiz. Onu görünce yüreğin çarpmayı unutuyor, nefes almak bile aklına gelmiyor, sadece onu duyuyorsun, sadece onu görüyor, onu düşlüyorsun, onunlayken onu özlemiyorsun, özleyemiyorsun çünkü sadece onu hissediyorsun, bildiğin her şeyi unutuyor onun dudaklarından dökülenleri izliyorsun, tüm ömrünü başını onun omzuna yaslayarak geçirebileceğini düşünüyorsun, gözlerini uykuya sırf onu görebilmek için bırakıyorsun, uyandığında nefes almaktan önce onu düşlüyorsun. Ya sonra?
   Bir taraf gereksiz yere daha fazla sever diğerinden, sen onu kelimelere sığdıramayacak kadar çok severken onun da seni bu kadar sevmesini bekleyebilir misin? Ulaşılmaz olanın peşindeyiz hepimiz ulaşsaydık eğer ona aşk olur muydu gerçekten? Aşkı aşk yapan içindeki gizem değil midir zaten?
O seni sevmese ne fark eder ki? En yüce duyguyu yaşıyorsun sen. Herkesin diline doladığı aşk değil bu. Bambaşka bir şey. Hayat bunun adı. yaşamayı öğrendin artık sen, sevmeyi öğrendiğin an yaşamayı da öğrenirsin. 

üzerine milyonlarca söz söylenmiş yegane varlık

küçükken bir erkekmişçesine anlayamadığımdır kadın.mesela anlam veremezdim kadınların çiçek sevdasına. nedir yani dalında güzel olan çiçeklere bu kadar merak? ilk kez sevgilim olduğunda anladım nedenini. kadınların isteği çiçek değildir aslında biraz olsun düşünüldüklerini bilmektir. değerli olduklarını hissetmek isterler.bi kadının süslenmesine anlam veremezdim. kadınların sevdiği erkekler uğruna neler yapabileceklerini gördüğümde anladım ne kadar basit bir ayrıntı olduğunu.neden erkeklere bu kadar değer verdikleriniyse anlayamazdım hiç. kendinden başka herkese değer veren kanadı kırık anneleri tanıdım sonra. kendilerini başkalarına adayabilecek kadar alçakgönüllüymüş kadın sonraları farkettim.her başarılı erkeğin arkasına sığınamayacak kadar yüceydi kadın. yüceliğinden belki de sevdiği yegane varlıkları kendi üzerinde tutması.

kimi kadınlar bedenlerini sattı ruhlarını satmak pahasına kimiyse ruhlarını satmayı göze aldı bedenleri uğruna. orospu oldu kiminin adı, kimi dırdırcı, kimiyse konuşmaya bile hakkı yoktu. oysa ben doğuştan kötü bir kadına rastlamadım hiç doğuştan teslim olmuş bir kadına da. yeni doğmuş kız çocuğunun erkekten çok konuştuğuna da şahit olmadım. büyüdüm. büyüdükçe kalbi kırık kadınlara rastladım. hepsinin yakındığı şeyler var. kimi ailesinden kimi çevresinden yakınıyor. en çok da babalarından yakınıyorlar, ilgisizlikten, anlaşılamamaktan. oysa kadını anlamak hiç de zor değildir. kadınları anlamak için yaşadığınız dünyayı olduğundan daha büyük, kendinizi olduğunuzdan daha insan görmeniz yeterlidir. çünkü kadın sizin bir gülüşünüzden dünyalara sahip olmuş gibi hisseder. hayatı olduğundan farklı görür. kendi dünyasının mimarıdır kadın. olması gereken yerin çok gerisindedir kadın. kendi yarattığı dünyanın kirlenmesinden korktuğu için belki de her başarılı erkeğin arkasında kalmıştır. ürkek ve narindir kadın. bu vahşi dünyada kendine bir liman arar hayatı boyunca oysa tüm dünyayı değiştirmek elindedir. ama bunu yine o çok sevdiği varlığa bırakmıştır, erkeğine, bir çiçek uğruna...

eski sevgiliye mektup

tüm farklılıklara rağmen sevebilmekti aşk.
sen beni seviyordun bense sana aşık.
farklıydık demişsin ayrıldıktan sonra,
aramızdaki tek fark, senin aşık olamayacak kadar kendi dünyana gömülmendi oysa.