29 Ekim 2015 Perşembe

küçükken en nefret ettiğim soru 'baban ne iş yapıyor?' du. babası kapıcı olan küçük kız utana sıkıla 'babam kapıcı' derdi. içten içe kıskanırdım onu, keşke benim de babam kapıcı olsaydı diye.
kendimce meslekler uydurdum ben de. liseye gelene kadar 'serbest meslek' dedim. nerden duydum da öyle demeye başladım hiç bilmiyorum.

liseye geldiğimde, okulun ilk günü yine o anlamsız soru buldu beni. 'baban ne iş yapıyor?'. bu sefer emekli demeye karar verdim. ama sorular bitmedi. 'ne emeklisi?' çıktı bir de. emekli dedik işte ne diye sorarsın be adam? eski esnaf olduğundan babam esnaf dedim.

insanlara yaşadıklarımdan bahsetmezdim genelde. liseye geldiğimde anlatmak istedim. tabi ki dinlemediler. onların hep benimkilerden daha büyük sorunları vardı. adeta hangimiz daha çok acı çekiyoruz diye yarışıtırıyorduk. benim birinci olma gibi bir amacım yoktu halbuki, sadace anlatmak istiyordum.

sevgililerim oldu. ama hiçbirine içimdekileri olduğu gibi anlatamadım. alkolik bir babam var diyemedim. utandım hep içten içe. çevremdeki herkesin 'normal' bir hayatı vardı. benim istediğim tek şey 'normal' olmaktı.

iki ay öncesine kadar anlatmaya, yazmaya dilimin varmadığı şeyleri şimdi öylesine rahat yazabiliyorum ki. çünkü ölüm her şeyi değiştirebilecek yegane güçmüş.

geçenlerde biri daha sordu 'baban ne iş yapıyor?' diye. emekliydi dedim. o '-di' boğazımda düğümlendi.

şimdiyse 'baban neden öldü?' diyorlar. işte ben o zaman yıllarca gizlemeye çalıştığım şeyi bi anda söyleyiveriyorum: 'alkolden'

babamın ne iş yaptığını hala merak ediyor musunuz?
kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim...
nefretime yenildiğim için.
son anlarında babamın yanında olmadığım için.
kaçtığım için.
şu hayatta iyi olan hiçbir şeyi hak etmiyorum.
içimdeki kötülüğe yenildiğim için.
her şeye rağmen içimdeki iyiliği yaşatamadığım için.
içimdeki kötülükle lanetlendim ben.
ömür boyu geçmeyecek bir vicdan azabı yüklü artık omuzlarımda.
geceleri uykuya dalmadan önce hiçbir zaman geçmeyecek olan o hisle yaşamak zorundayım artık.
boğazımda geçmeyecek bir düğüm,
en alakasız zamanda bile ağlatacak beni bundan sonra.
insanlar varsa çevremde tutacağım kendimi,
kimse kalmadığı an ağlamaya başlayacağım.
ben kendimi hiçbir zaman affedemeyeceğim.

22 Ekim 2015 Perşembe

dedem öldüğünde 10 yaşındaydım. tabutu kapının girişinde duruyordu. bense olanların farkında değilmiş gibi, aslında farkında olup da henüz idrak edemediğimden, dışarıda saklambaç oynuyordum.
sabah erken saatte babam aradı, açmak istemedim. ard arda arayışından sonra açmak zorunda kaldım. deden öldü dedi. sanki deden uyuyor demiş gibi garipsememiştim hiç.

o gün arkadaşlarımla buluşacaktım. çok sıcakkanlı bir çocuk olmadığımdan mıdır nedir benim için ilk gibi bir şeydi. kıyafetlerimi geceden ütülemiştim. giymeye kıyamadığım yeni kıyafetlerimi giyecektim. hala hatırlıyorum pantolunu, tişörtü ve üstüne giyeceğim yeleği.
o yüzden gitmek istemedim, yine de arkadaşlarımla buluşmak istedim. babamın ısrarları sonucu babaannemlerin evine gittim. ve işte saklambaç oynuyordum.

dedem o evde en sevdiğim kişiydi. batak oynardık, blum (nasıl yazıldığına hiç bakmadım ama okunuşu böyle) oynardık. bildiğim tüm kart oyunlarını dedem öğretmişti bana. ve sanki  oynamaya da devam edecektik.

sanırım o zamanlar ölüm, saklambaç gibiydi. sadece bir süreliğine ortadan kaybolmuştu ve ben onu tekrar görecektim.

aradan geçen 11 yıldan sonra amcamın cenazesinde, babamın dedemin cenazesinde nasıl ağladığını hatırlıyorum. şimdiyse üçü beraber bir 70' liği deviriyor olmalılar.