12 Haziran 2011 Pazar

en baştan

hani boğazında bir şey düğümlenir, en yakınına anlatmak istersin en yakınındaki kim onu bile bilemezsin. ne yapacağını bilmez dolanırsın etrafta, şekerini kaybetmiş bir çocuk gibi. olanların tüm sorumlusu sen oluverirsin, öyle hissedersin çünkü. anlatmak istersin ama sözcükler dudaklarından değil gözlerinden dökülür bu kez. 

bazen de en yalnız olduğun anda bir dokunuş hayat verir sana. köşebaşından döndürür seni ya da aklına geride bıraktıkların gelir. bir kişi bile olsun yeter nefes alman için. sonraysa o bilindik soru gelir aklına 'neden?'. neden dersin, neden hep aynı şeyleri yaşamak zorundayız, neden hep en baştan? tüm bunları neden yaşarız bilmeyiz ama yaşarız işte. 

bazen de uçurumdan yuvarlanan tek biz olmayız, sevdiklerimizi de sürükleriz yanımızda. işte o en dayanılmaz olandır. kendimizden çok sevdiğimize üzülürüz, oysaki az önce kendimiz için onu üzmüşüzdür. 
hayat hep böyle işte. çelişkilerle dolu. tüm bu çelişkilerin arasında inatla doğruya ulaşmaya çalışırız,  doğru diye bir şeyin olmadığını içten içe bilirken.

3 Haziran 2011 Cuma

pencerenin ardından

Gelinlik, daha ilkokul sıralarında tanışıyoruz bu beyaz örtüyle. Annemizin sandığında görüyoruz ilk kez, büyüdükçe de kendimize göre şekillendiriyoruz. Ne yazık ki sadece bedenimizi örtmekle görevlendirilmiyor bu örtü, hayalini kurduğumuz duvak yüzümüzle bir geleceğimizi de örtüyor. Beyazlığının büyüsüne kapılıp tüm hayatımızı ona kavuşacağımız güne göre şekillendiriyoruz.

Bunun dışında bir de toplumun üzerimize biçtiği kostüm var. Dışımızı şekillendiren gelinlikle beraber benliğimizi şekillendiriyor. Doğar doğmaz bize aşılanan bir iğne gibi, tüm bağışıklığımızı ona göre kazanıyoruz.

Olmamız gereken kadın rolü kesin çizgilerle belirlenmiş, dışına çıkanıysa ben henüz görmedim. Bizim toplumumuza mı özgü bilmiyorum ama, kadının görevleri maddeler halinde yazılmış alnımıza, biz daha doğmadan.

Henüz ilkokul sıralarında teyzelerin, ‘Ben seni oğluma alayım.’ sözleriyle mi yoksa her gün gördüğümüz anne figüründen dolayı mı bu rolü kendimize biçiyoruz bilmiyorum. Bildiğim tek şey, kuralların dışına çıktığınız ölçüde toplumdan da o kadar dışlanırsınız.

Doğumumuzdan beri annemizin ya da anneannemizin hazırlamaya başladığı çeyizler ne olmamız gerektiğini fısıldıyor kulağımıza. Günümüzde bu dayatmalar daha modern artık, ‘üniversiteyi oku sonra evlenirsin.’ Oğulları içinse durum, ‘Benim oğlum büyük adam olacak.’ Bu adam kelimesinin erkek kelimesiyle oluşturduğu uyumdan mıdır bilinmez ama, görevi belli erkeğin büyük adam olacak. Bu yolda da her şey mübahtır ona. Gerekirse kadın, belki de kadınlar feda olabilir onun uğruna. Ne de olsa gelecek onun ellerinde.

Siz hiç bir kız çocuğu için ‘Başbakan olacak kız.’ cümlesini duydunuz mu ya da ‘benim kızım büyük adam olacak.’? Duymuşsunuzdur belki de. Bu söylemler yirmi yıl sonra ‘evlen artık kızım.’ lara dönüşmeyecekse eğer bir anlam ifade edebilir benim için.

‘Aman baban duymasın.’’ larla ‘elalem ne der.’ ler arasında sıkışıp kalan gençlik yılları kadını gelecekteki eşine daha da bağlıyor belki de ‘otur oturduğun yerlerde.’ lerin altında ezilirken. Bazen de hemcinslerinden duyuyorlar kızlarına zengin koca istemlerini, ona göre yetiştiriyorlar kızlarını. Kadının görevini kadınlar da çizmiş, ‘nitelikli hizmetçi’ olmak.

Çoğu kadın itiraf etmiyor bunu kendine, kimi görmezden geliyor, çok az bir kısmıysa durumun farkında ekonomik özgürlüğünü kazanma çabasında. Sırtını dayayacak biri yerine gönlünü vereceği birini arıyor. Sonuç ne olur bilinmez.

Doğadaysa tam bir dişi üstünlüğü hakim. Erkek kendini beğendirmeye çalışır, dişi erkeğini kendi seçer, yuvayı da kendi yapar. Bu yuva ikisinin yuvasıdır. İnsanlardaysa durum tersine döner. Kadınlar kendilerini beğendirmek adına süslenir, birinin onu seçmesini bekler, çoğu zaman da hayatını ona göre şekillendirir. Büyük gün geldiğinde de yuvasını yapmaya başlar. Kendi evini şekillendirir, yuvası onun dünyası olur artık. Bu küçücük dünyasında da yalnız kalmaktan korka korka yaşar. Eşininse önünde koca bir dünya vardır, ‘büyük adamların dünyası’.

Bu dünya erkeklere bahşedilmiştir; kadınlarsa buna boyun eğerler, çünkü sığınmak onlar için vazgeçilmezdir. Küçükken korktuklarında oyuncak ayılarına sığınırlar, üzüldüklerinde bir dostun omzuna, aşık olduklarında da bir yüreğe. Yalnız kalmaktan korkarlar çünkü, ama farkında olmadan da yalnızlığa sığınırlar.

Hep birilerine ihtiyaç duyar kadın. Tüm dünya ayaklarının altındayken o erkeğinin penceresinden bakmakla yetinir. Erkeğiyle bir yaşamak varken bu dünyayı, o yalnızlığına sığınarak boyun eğer bu yalnızlığa.