bu yazıyı yazalı oldukça zaman oluyor. ölüm yıldönümüne yakın yazmıştım. çünkü paylaşabileceğim ne fotoğraflar ne de anılar vardı. böyle bir şey yapsam zaten oldukça iki yüzlü davranmış olurdum. yaşarken anmadıktan sonra... beni bilenler, babamla ilişkimin nasıl olduğunu bilir. başka bir yazımda "ölüm her şeyi değiştirebilecek yegane güçmüş" demiştim. bu yazıyı yazmamda da en büyük etken o oldu. yıllarca utandığım, sakladığım ne varsa umarsızca yazdım. çünkü ölüm geri kalan her şeyi değersizleştiriyor. şimdiyse onun ne yıl dönümü ne de başka bir şey. öyle bir an işte.
bu yazıyı bir dergiye göndermiştim. tanımadığınız insanlarla paylaşmak hep daha kolaydır. insanların ne kadar ön yargılı olabildiğini gördükten sonra takma isimlerin ardına sığınmak en kolayıdır. bu yazı aylardır duruyor. paylaşma cesaretini bulamıyorum. ama düşününce hayatta çekinecek ne var ki? başkalarının ne düşündüğü mü? böyle anlarda öyle bir başınıza kalıyorsunuz ki başkaları tüm anlamını yitiriyor, en yakınlarınızdaki de dahil.
buraya şansınız varken sevdiklerinize sarılın demeyeceğim. bunu dersem yalan söylemiş olurum. çünkü o hala hayatta olsaydı, muhtemelen ondan nefret etmeye devam edecektim. ama ben bile, bu denli öfkeye rağmen bile, içimde bir pişmanlık yaşıyorsam bu hepimiz için kaçınılmaz son olmalı. ve biliyorum ki çoğu insan benden daha çok sevme ve affetme yetisine sahip. şansınız varken kaçırmayın. bazıları için çok geç olsa da...
"Aynaya baktı. Aynalarla arası hiçbir zaman iyi olmamıştı. Tanrı,
hayatta en çok benzemekten korktuğu insanın tüm yüz hatlarını ona bahşetmişti.
Gözlerini ondan almıştı, ama onun gibi bakmıyordu. En azından bunun için
minnettardı. Hayatta çoğu insanın olmak istemekten kaçtığı ama bir gün tıpatıp
o insan olduğunu anladığı an vardır. O anın geleceğiniyse hiç düşünmemişti.
Dudaklarını ondan almıştı, ama asla onun gibi içmeyecekti.
Yirmili yaşlarında her şeye sahip olup, otuzlu yaşlarında her şeyini kaybeden
bir adamın en küçük kızıydı. Her şeyini kaybeden bir adam, çocuklarını da
kaybetmekten korkmayacaktı.
Elleri ona benzemiyordu, demek ki hayatı sımsıkı
kavrayabilirdi. Yirmili yaşlarında hiçbir şeye sahip değildi. Bu hiçlik onu
memnun ediyordu, onun kaderini yaşamayacağını gösterirdi bu, o anın geleceğini
hiç düşünmezdi.
14 yıl sonra bir aile yeniden bir aradaydı: anne, abla,
kardeş ve baba.
Bir hastanede, asansörde, sedye başında: anne, abla, kardeş
ve baba sedyede.
Bilinci yerinde olmayan baba: 'çok güzel film aldım 3
tane' ve kardeş düşündü, “babayla film
izlemek nasıl bir duyguydu?” Hem gülmek hem ağlamak geldi içinden, tuttu
kendini.
Filmlerde, kitaplarda geçen sahneler gibiydi. ve ben sanki
bir filmi izliyordum. O an yaşarken o anın içinde değildim.
Belki de babamla en aklı başında konuşmayı aklı başında
değilken yaptık.
'çok güzel film aldım 3 tane'
Dudaklarını ondan almıştı. Rakı şişesinden yansıyan yüzüne
baktı, artık onun gibi bakıyordu."