31 Mart 2020 Salı

Sana yazmayalı kaç yıl oldu bilmiyorum. Artık gelmeyeceğini düşündüğüm için mi  yoksa varlığına artık inanmadığım için mi? Her kadın beyaz atlı prensini arar mı? Bir prens aramaktan farklıydı benim arayışım, bir bireyden öte bir amaç idi ya da bir anlam arayışı. Bir kişiye yüklenemeyecek kadar fazla bir misyondu belki de. Olmayacak insanlara bu misyonu yükledim. Aşık olduğum bedenlere hayal ettiğim adamı koydum. Çok geç olmadan da uyandım, ama her zaman vazgeçemeyecek kadar da korkaktım. Ne kadar tüketirse tüketsin beni, vazgeçmedim.
İnanılmaz bir çelişki. Bir kaç hafta içinde karar verip ülke değiştiren ben bir adamdan vazgeçemiyorum, sevmediğimi bile bile. Kendimin ne istediğini sorgulamadan karşımdakinin isteklerine göre yaşamaya başlıyorum çünkü. Bir erkeğin karşısında bu kadar acizleşmem neden?
Çocukluk travmalarımızın ardına saklanabilir miyiz her ümitsiz hissettiğimizde?
Sana neden yazmıyorum artık? Kimsenin beni sevemeyeceğine olan inancımdan mı?
Bu terk edilmeler beni çok yıprattı. Birkaç aydır tandığım insanların bile beni bırakıp gitmesinden korkuyorum. Saçmalamaya başlıyorum sonra, sonra da kaybediyorum. Bu amansız ve saçmasapan döngünün içinde hapsoldum. Kendim olamıyorum. Kendim kim onu bile bilmiyorum. Bu yaşıma kadar çözmüş olurum diye düşünürdüm oysa yaş aldıkça her şey daha da karmaşıklaşmaya başladı.
Ne yapmak istediğimi bile hala bilmiyorum. En kötüsü de hala kendi kendime yetemiyorum. Bir insan bu denli yalnız olup aynı zamanda bu denli başkalarına nasıl bu kadar bağımlı olabilir, anlayamıyorum. Kendimi anlayamıyorum.
Bazen rol yaptığımı hissediyorum, yalnız kalmamak için. İnsanlar sürekli ne kadar iyi bir insan olduğumu söylüyor. Bu kadar iyi bir insansam neden herkes gidiyor? İyiliğimi yalnızca bir süre gösterebiliyorum belki de, sonra gerçek yüzüm ortaya çıkıyor.
Çabuk kırılıyorum, bir yaprak gibi; kuru bir yaprak gibi. Nasıl çoğunluğun karşılaşmadığı sorunlarla çocuk yaşta baş edip en ufak bir şeyde bu denli kırılabiliyorum? Güçlü müyüm güçsüz mü bilmiyorum.
Her yıl doğum günümde aşık olunmayı diledim, bu sene ise "yalnız hissetmek istemiyorum" dedim mumları üflerken. Yalnız olmak değil mesele, sadece her an yalnızlığı hissetmekten yoruldum.

16 Ocak 2020 Perşembe

artık yalnız hissetmek istemiyorum.

bugünlerdeki tek dileğim bu. eskiden iş, kariyer, aşk dilerdim. ben sadece yalnız hissetmek istemiyorum.

28 Nisan 2019 Pazar

buraya yolum düşmeyeli oldukça zaman olmuş.
daha iyi olduğum için mi, daha az yalnız olduğum için mi yoksa daha az mutsuz olduğum için mi?
bilmiyorum. ama eskisi gibi olmadığım da bir gerçek.
peki bu nasıl oldu?
daha az umursadığım için mi? bir şeyler değiştiği için mi? artık yalnız hissetmediğim için mi?
emin değilim.
ama bugünlerde dertleşmeye ihtiyacım olduğu açık.
insanlara anlatılacak bir şey var mı? insanların çözebileceği bir şey mi bu?
sanmıyorum.
işte geçmişten gelen bir düğüm oturdu gene, öyle nedensizce.
geçmiş düşünceler de geçmiş hisler de o düğümle beraber geldi. yine yorgun hissediyorum, yine bırakmak istiyorum her şeyi.
korkularım var, eskiden bu kadar korkmazdım.
neyden korkuyorum?
gelecekten mi? geçmişten mi? yoksa gelecekte de geçmişi yaşamaktan mı?
ya biri ya hepsi. ne fark eder ki. korkuyorum işte. "şimdi" de adına, "dün" de, "yaşamaktan korkmak" de ne fark eder?
kızıyorum da bir yandan. hayallerimi yaşayan insanları gördükçe kızıyorum. hayatın hep avuçlarımın arasından kayıp gitmesine kızıyorum.
tam oldu demişken her şeyin başa dönmesine kızıyorum.
insanlara kızıyorum, muhtemelen en çok da kendime.
ey insanlar sizleri sevmiyorum.
sizlerle yaşamaktan yoruldum.
egolarınızla savaşamam ben, insan anlayamadığı şeyle savaşamaz çünkü.
yoruldum da sizden,
anlamaya çalışmaktan sizi, anlatmaya çalışmaktan kendimi.
kendi kendime yaşayabilsem keşke, yetebilsem.
tüm nefretime rağmen ihtiyaç duymasam size ey insanlar!
korkuyorum yaşamaktan, yaşamamaktan da...
kızıyorum, korkuyorum, nefret ediyorum... biraz güzellik gelse içime, kayıp gitmeyecek bu sefer, tutabilsem sıkıca ve hiç gitmese...
biraz sevsem, biraz da o sevse, biraz biraz yaşasak; tüketmeden, yaşasak sadece...

12 Ağustos 2018 Pazar

burayı okuyan var mı hala? ey okuyan duyuyorsan 3 kez beğene tıkla.

28 Ocak 2018 Pazar

içimdeki boşluğun beni yiyip bitireceğinden korkuyorum, sanki biri sevse beni doluverecekmiş gibi ama.
o kadar aciz ve çaresiz hissediyorum ki. öylesine muhtaç.

keşke kendi kendine yetebilen bir ülke olsaydım.


16 Ocak 2018 Salı

aziz nesinin bir cümlesi vardı, "Dünyanın en cimrileri 'eli açık', dünyanın en korkakları 'yürekli', dünyanın en tembelleri 'çalışkan' gibi soyadları aldılar. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için, soyadı yağmasında da hep sona kaldım. Bana ortada böbürleneceğim bir soyadı kalmadığından, kendime 'Nesin' soyadını aldım."
benim adımın anlamı da "güçlü kadın" adımın anlamını her sorduklarında ne kadar güçsüz olduğumu bir kez daha anlıyorum.
uzun zaman oldu yazmayalı. çünkü uzun zaman oldu hissetmeyeli.
şu ansa tek hissettiğim, 24 yılın ardından yalnızca hayal kırıklığı.
hayatta ne istersem yapabileceğimi düşünüyorum,
gerçekten sevilmek dışında.
insanların hayatında bir şekilde varoluyorum.
var olmak ayrı mı yazılır birleşik mi?
bilmiyorum
bense içten içe parçalanıyorum.
hiçbir isim benle birlikte yazılamaz gibi.
ben hep diğer insanlardan ayrı yazılıyorum...
24 yılın ardından 13 yaşında yazdığım sayfalar gibi hissediyorum.
11 yılda değiştiremediğim neyi değiştirebilirim gelecek 11 yılın ardından?
bilmiyorum.
kimsenin hayatına dokunamadıysan yaşamanın bir anlamı var mı gerçekten?
babamı düşündüm bugün,
54 yıl yaşadı bu hayatta.
54 yıl yaşadığı bu hayatta kendi çocukları bile onu iyi hatırlamıyor.
kendi çocukları bile kendisiyle olmak istemedi.
bunu değiştirmek için 30 yılım var.
bir 24 yıldan biraz daha fazla.
insanlar, insanlar canımı acıtıyor.
insanlar unutuyor,
önemsemiyor.
onlar sadece gidiyor.
24 yaşına girdim dün.
umutsuzluk düğümlendi yine boğazıma.

20 Mayıs 2017 Cumartesi

bazen her şeyin bu kadar çok değişebilmesine ve bu değişime ne kadar çabuk alışabildiğime şaşırıyorum.
uzun zaman olmuştu yazmayalı. hayatımda daha önce hiç olmadığı kadar anı yaşadım, son üç aydır. hayatımın en umarsız ve huzurlu zamanlarını yaşadım. daha bir hafta önce değişebileceğime dair yazmıştım. buna gerçekten inanmıştım. hayatımda tüm bu trajediler olmasaydı nasıl biri olabileceğimi keşfetmiştim. içimde bir umut vardı... bir umut... ne oldu da yitirdim onu? ne oldu da eskiye döndüm?

ne oldu da yine kaçmak istiyorum tüm insanlardan?
daha ne kadar uzağa gitmem gerekiyor kendimden kaçabilmek için. kaçtığımı sanmıştım bir an için.

koskoca dünyada kaçacak yerinin olmaması... ne ironik...

8 Şubat 2017 Çarşamba

"çünkü ayrılık da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hala sevgili..."

hep aynı şeyleri yaşayarak farklı sonuçlar beklemekten yoruldum. şu an tüm zamanlardan farklı olarak tüm bu yaşananları ve gelecekte yaşanacakları kabulleniyorum. 

o gelmeyecek.
insanlar gidecek.

bambaşka bir hayat beklemeyeceğim artık. başkalarının hikayelerine özenmeyeceğim. kendi hikayemi yazmayacağım. sadece kabulleneceğim. yaşayacağım.

yaşayacağım
yaşayacağım belki de...

20 Ocak 2017 Cuma

sevmeyi ve sevilmeyi bilmediğin bir dünyada yaşamak çok zor.

18 Ocak 2017 Çarşamba

öylesine alışmak ki birine, yokluğunda çift kişilik yalnızlık yaşamak
öylesine alışmak ki yatağın her zamankinden soğuk gelmesi
öylesine alışmak ki yadsımak kendi evini,
yadsımak kendini.
ve öylesine zor ki
alışmak yokluğuna,
unutmak sıcaklığını,
unutmak sadece...

15 Ocak 2017 Pazar

özel günler olmasa keşke bu hayatta.
yeni yıllar, doğum günleri, yıldönümleri...
eskiden ne büyük heyecanla beklerdim. şimdiyse sadece ne denli yalnız olduğumu hatırlatıyor böyle günler.
ne denli yalnız ve ne denli unutulmuş olduğumu...
yeni bir yaşa gireceğim birazdan.
daha yalnız, daha yorgun, daha umutsuz bir yaşa.
ve yıllar böyle tükenip gidecek.
bir anlam peşinde anlamsızca koşarak,
tüketerek kendini.
ve ben bir yaş büyümeyeceğim
asırlar eklenecek ömrüme.
yeni yaş yeni mutluluklar getirmeyecek.
sürekli tetikte olacağım, zamansız çalan telefonlar yüreğimi hoplatacak.
ve bekleyeceğim
"şimdi ne olacak?"

4 Ocak 2017 Çarşamba

"her insanın hayatında olmak istemediği insan olduğunu anladığı bir an vardır." demiştim daha önce. genelde 40lı yaşlarda hissedilir bu. babasının ya da annesinde sevmediği ne varsa yaptığını fark eder. ama bu fark etme anı biraz tebessüm barındırır içinde.
ama tüm hayatınızı "birine benzememek" üzerine kurduğunuzda ve o anın geldiğini anladığınızda yaşadığınız hayal kırıklığını nasıl tarif edebilirim bilmiyorum.
bu hayatta her şey olabileceğimi düşünürdüm ama "alkolik" onlardan biri değildi. bütün hayatım müthiş bir ironi üzerine kurulu. hayatım boyunca olmak istemediğim insanın yüzünü taşıyorum. bunca yıl tek tesellimse "onun gibi olmamak" tı. şimdiyse hem yüzümde hem özümde onun gibiyim.
bunu ne kadar umursuyorum?
eskiden olsa yaşamak istemeyecek kadar umursardım. ama insan bir kez, hatta birden çok kez ölümle karşılaştığında çoğu şey önemini yitiriyor. tüm o kariyer çabaları, tüm o hayata anlam yükleme çabaları...
tüm hayat bir nefes kadarken bu kadar çaba neden?
her şeyi bırakıp, hiçbir şey yapmamak neden mümkün değil?
tüm o başarılar, terfiler, maaşlar, ödüller hayata anlam katabilir mi gerçekten?

bu hayatta her şey olmak için çabaladım, hiçbir şey olamadım. tüm hayatımızın özeti bu değil mi gerçekten?
yoksa yine yalnız, ben mi böyle yaşayan?